2010/05/07

*Ankara neyin merkezi?

ANKARA NEYİN MERKEZİ?

-Müslüm KABADAYI-

“Her şeyin değişip dönüşmekte olduğu bir dünyada”, “değişim ve dönüşüm”ün yönü tartışmalıdır. İnsanın milyonlarca yıl süren evriminde bugünkü temel niteliklerini kazanma sürecinin de onbinlerce yıl öncesine dayandığını biliyoruz. “Aletten alet yapma” becerisi diye özetleyebileceğimiz bu sürece damgasını vuran özellik sayesinde, doğadaki varlıklardan yeni aletler yaptığı gibi hayvanları evcilleştirerek değerlendirme, bitkilerle tarımsal faaliyeti geliştirme olanağı bulmuştur. Buradan hızla günümüze gelecek olursak, doğayı dönüştürme eyleminde insan, çok olumlu adımlar atarken, diğer yandan bazı hayvan türlerini yok ettiği gibi ormanların azalmasına da neden olmuştur. Hele hele son yüzyıldaki “emperyal yağma”, “sürekli kâra dayanan üretim” politikaları sonucunda buzulların erimesi, ozon tabakasının delinmesi, nükleer tehlikenin başımıza bela olması gibi doğanın ve insanlığın geleceğini tehdit eden sorunlar ortaya çıkarmıştır.

“Hangi insan?” sorusunu burada sormamız gerekiyor? Makro düzeyde “Hangi sınıf?” diye bu soruyu biçimlendirmek zorundayız.

Doğanın tahribatına, insanın küçülmesine, bir diğer deyişle nesneleşmesine neden olan insan ya da sınıfla insanın daha iyi yaşaması, doğanın korunması ve üretimin dengeli gelişmesi için mücadele eden insan ya da sınıfı, genelleyip “insan” başlığında eritmeyi doğru bulmadığımı vurgulamalıyım. Günlük dilde, sohbet ve tartışmalarda böyle genellemeler yapılarak, sorunun kaynağı olan “insan-sınıf” aklanmaktadır çünkü. Böylece, “insan”ı suçlayarak, örneğin, ormanları yok eden yasaları çıkararak, ülkemizin Batı’nın çöplüğü haline gelmesine vesile olan uygulamalara onay verenlerin hedef tahtasına konmasını engellemiş oluruz. Kamu emeğiyle kurulmuş olan fabrikaları kartellere satarak, tarım alanlarını yağmalatarak, işçi ve köylülerin işsiz kalmasına, halkımızın tarımsal eylemlilikten uzaklaşmasına neden olanları aklamış oluruz.

Bugün Ankara, özellikle son 30 yıldır, Türkiye’nin “değişip dönüştürülmesi” sürecinde ülkemizin ve halkımızin geleceği bakımından olumsuz kararların alındığı bir merkez haline gelmiştir. Hatta AB’ye üyelik adı altında yürütülen Brüksel’e bağımlı bir “merkezcik” olmuştur. Son 15 yılda çıkan yasaların, yapılan Anayasa değişikliklerinin, uygulanan politikaların çoğunluğu emperyalist merkezlerden dikte ettirilmiştir. Oysa bir ülkenin merkezi, başkenti deyince akla vücudumuzun beyni, yüreği gelir. Bir bakıma Türkiye, beyninden, yüreğinden vurulmaktadır, diyebiliriz.

Siyasi tarih bakımından neden Ankara’nın Kurtuluş Savaşı’nın merkezi, daha sonra da Cumhuriyet’in başkenti seçildiğini coğrafi ve sosyolojik nedenlere bağlayarak açıklayanlar çoğunluktadır. Kıraçta küçük bir Anadolu kentinin merkez yapılmasında, her “yeni”nin kendine “yeni merkez” yaratma çabasının etkili olduğunu görmezden geliriz. Bakın, bu gerçeği 1964 yılında ülkemizi gezen büyük Arap şair-yazarı Süleyman İsa, nasıl anlatıyor?

“Ankara gibi az gelişmiş ve kıraç bir kenti, yemyeşil bir baskent haline getiren o büyük insanı (Atatürk’ü) elbette takdir ediyorum. Büyük bir iş başarmış bence. Küçük ve güzel otelden dısarıya çıkıp, sokaktaki ilk kitapçıya girdim. Oradan günlük gereksinimlerimizi karşılamakta kullanacağımız bir Fransızca-Türkçe sözlük aldım. Çocukluğumdan beri biraz Türkçem var ama aldığım sözlük her zaman ve her yerde işime yarayacak. Doğa her zaman insanlardan önce kentleri yaratır. İnsan inşaatlara başlamadan önce doğa, kentlere en mükemmel güzellikleri armağan eder. Ama Ankara, bu söylediklerimin tersidir. Yani eski hali kıraç olan bu kent, bugün insan emeğiyle türlü güzelliklere dönüşmüştür. Çocuklarımla sokak ve parkları gün boyunca gezerken bu izlenimleri edindim.”

Kıraç bir kentten insan emeğiyle bir başkent yaratan halk iradesinin, işçi ve emekçilerin temsilcisi siyasi, demokratik örgütlerin egemen olacağı bir Ankara’yı yeniden “sosyalist cumhuriyet” merkezi haline getirmediğimiz sürece, tarihimizin bağımsızlıkçı-özgürlükçü değerlerine de sırt çevirmiş oluruz. Eşitlik ve özgürlük mücadelesi, bunun için önemlidir, anlamlıdır. Ankara, böyle bir mücadelenin başkenti olacağının emarelerini Tekel işçilerinin 3. ayına giren direnişiyle vermiştir. Gerisi, akılla-sevgiyle-ortaklaşa davranma bilinciyle gelecektir.
Anasayfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder