2010/05/07

*Her Alanda Siyasallaşmış Yeni Bir İşçi Sınıfı Hareketi İçin

Her Alanda Siyasallaşmış Yeni Bir İşçi Sınıfı Hareketi İçin (Luddizm Tartışmaları Çerçevesinde)
16 Ağustos 2005 - Müslüm Kabadayı-

Bunların peşinden Murat Çakır�ın ilk yazısına yeni boyutlar kazandırdığı ikinci makalesinin de düzeyli bir dil ve anlatım taşıması, bu forumun son zamanlarda pek karşılaşmadığımız siyasi bir canlılık da kazanabileceği, başka önemli çalışmalarla sendikal ve sosyalist-komünist siyasi harekete de bunun yansımasının olabileceği umudunu yaratmıştı bende. Daha sonra Mehmet Yılmazer�in �Sınıf Mücadelesinin Sorunları: Tarih ve Günümüz� başlıklı Yol Dergisi�nin Şubat 2005 sayısında yayınlanan makalesinin Sendika.Org�daki �Forum�a aktarılması, bu umudumu yükseltmişti. Ancak, 12 Ağustos 2005�te aynı sitede yer alan Cem Özatalay imzasıyla kaleme alınan �Ludizm Tartışmalarında Marksizmi Savunmak� başlıklı yazı, gerek özensiz dili gerekse atıfta bulunduğu yazılarda kesinlikle yer almayan uydurma yorumlar yaparak amacını aşan yargılar taşıması bakımından, bu umudumu en azından �kaygı� rezervi koyarak korumama neden oldu.

�Kaygı�m şu: Türkiye�de sol siyasetteki polemikler önemli oranda kapsayıcı ve geliştirici olmaktan uzak yürütülmüştür. En önemlisi de, tartışma üslubuna özen gösterme, alıntılarda metnin aslına ve bütününe sadık kalma, diğer tarafların yazılı ya da konuşma metinlerinin dışında yorum-eleştiri-karalamaya yönelmeme konularında başarısız olunmuştur. Kuşkusuz, çok nitelikli-düzeyli ve geliştirici polemik ya da tartışmalar da yapılmıştır; ancak bunlar, sol hareketlerin yeni kuşaklara hoş ve doğru olmayan böyle bir �kötü polemik� kültürü aktardıkları gerçekliğini ne yazık ki önemsiz hale getirmemektedir. O nedenle daha önce herhangi bir makalesini ya da kitabını okuma-görme olanağı bulamadığım için (eğer müstear ad değilse) kişisel olarak hakkında daha önceden hiçbir yargımın bulunmadığı Cem Özatalay�ın yazısı, kendi içinde tutarsızlıklarla doludur ve çala kalem yazıldığı anlaşılmaktadır.

�İşte tam da bu nedenle tarihselci-ilerlemeci okula sadık kalan iki yazar da Luddizmi işçi sınıfının tabir-i caizse �bebeklik� veya �cahiliye� döneminin eylem tarzı olarak değerlendirmektedir. (...)Çünkü bu tür yaklaşımlar tarih bilimine değil Hegelci tarih felsefesine özgüdür, idealisttir. İşte Çakır�ın ve Akalın�ın Luddizm değerlendirmesi üzerinden ifade ettikleri tarih kavrayışlarında Hegelci idealizmin izleri net biçimde gözlemlenmektedir.� ifadeleriyle �idealist� olmakla İlhan Akalın ve Murat Çakır�ı eleştirmiştir. Bugünkü işçi sınıfının ve sendikaların konumuyla ilgili İlhan Akalın�ın, gerek İşçi Konseyi�nin web sitesinde yayınlanan yazılarında gerekse doğrudan Yürütme Kurulu�nda çalıştığı İşçi Konseyi�nin Kuruluş Bildirgesi�ndeki değerlendirmede yer alan yaklaşımla hiçbir ilgisi olmayan bir anlayışla suçlamaktadır ki, bu sapla samanı karıştırmaktır ve ayıp bir şeydir. İşte Özatalay�ın ayıbı : �Çakır�la Akalın�ın arasındaki tarih kavrayışındaki kısmi farklara rağmen esasen politiktir. Çakır kapitalist üretimin en fazla mağduru olan ve düzen dışı tepkiler geliştiren emekçi kesimlere yüzünü dönerken, Akalın �Telekom Vatandır, Vatan Satılmaz� veya �Seydişehir Satılmaz, Vatan Bölünmez� diyerek aynı zamanda verili statükonun politik temsiliyetiyle kendilerini özdeşleştiren işçileri önemsiyor. Çünkü Çakır devrimcilik, Akalın ise reformizm arayışı içerisindedir.�

Özatalay�ın bu kendinden menkul yorumunu, sınıf-siyaset ilişkisi üzerinde kafa yoranlar gayet iyi anlamışlardır. Bizim bu konuda ne düşündüğümüze dair, İlhan Akalın�la İşçi Konseyi�nde birlikte çalıştığımızdan, daha önce bilgisi olmayan okuyucular için biraz uzun ama önemli açıklamamızı buraya aktarmak zorundayım. �Dünya ve Türkiye sendikal hareketi, sendikalı üye sayısının azalması, işçi sınıfı ve toplumun diğer kesimleri üzerinde etki yitimi, işçi sınıfının haklarını koruyamama ve sermayenin saldırılarına yanıt verememe biçiminde tanımlanacak kriz durumunu aşamamışlardır. Ülkemiz sendikal hareketi de kuruluş bildirgemizde belirttiğimiz gibi geniş işçi kesimlerini temsil edememekte, işçilerin haklarını koruyamamakta ve sürekli güç yitirmektedir. İçinde bulunduğumuz dönem, sermayenin işçi sınıfına yönelik çok yönlü saldırılarının her türlü araçla yoğunlaştırıldığı bir dönemdir. (...) Sendikaların daha da etkisizleştiği, �sivil toplum örgütü� olarak sermayenin projelerine ve politikalarına eklemlendiği bu sürecin bedelini ödeyecek olan ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının ve siyasal hareketinin böyle bir sürece sessiz kalması beklenemez, beklenmemelidir. Saldırıya yanıt ve toparlanma, ancak bugünkü sendikal anlayış ve statükoları gerileten, etkisizleştiren bir dönüştürme ve devrimcileştirme etkinliğinin ürünü olabilir. Böyle bir etkinliğin ise iki dinamiği vardır : İşçi sınıfının bağımsız ve devrimci dünya görüşünün, siyasal hareketinin sendikal hareket üzerindeki artan etki ve basıncı ve işçi sınıfımızın işyeri örgütlenmelerinden, aşağıdan yükselen devrimci işçi inisiyatifidir.� (İşçi Konseyi 1. Genel Konseyi Toplantısı, Mayıs 2004)

Şimdi sormak lazım Özatalay�a : �Seydişehir vatandır, vatan bölünmez!�in, gerek yukarıdaki temel yaklaşımımızla gerekse Yurtsever Cephe�yle ne ilgisi var? Üstelik, İlhan Akalın yazısında �Yurtsever Cephe�den hiç söz etmemişken. Özel olarak şunu da belirteyim ki, İlhan Akalın kendine özgü bir yaklaşımla �vatan� kavramına da karşı çıkarak �yurtseverlik�in toprakla emek üretimi ilişkisi üzerinden bir anlam kazandığına vurgu yapmaktadır. Ben de buna ek olarak Türkçede kullanılan �yurt edinmek, yurt tutmak� deyimlerinin, milliyetle hiçbir ilişkisi bulunmaksızın toprağa alınteriyle değer katmak anlamından yola çıkarak �yurtseverlik�in, ancak işçi ve emekçilerin sınıf bilincinde gerçek bir anlam kazandığına vurgu yapmaktayım. Dolayısıyla işçi sınıfı ya da emekçi yurtseverliğinin, o topraklarda üretilen değerlerin sömürülmesine, yağmalanmasına ve özellikle de emperyalizme peşkeş çekilmesine şiddetle karşı duruş bilinci olduğunun da altını çizmekteyim. Bizim kişisel ifadelerimizin ötesinde eğer Özatalay�ın Yurtsever Cephe�ye dair tartışmak istediği bir konu var idiyse, bunu doğrudan Yurtsever Cephe�nin bu konuda neler dediğini alıntılayarak değerlendirmeliydi. Bu da ayrı bir polemik konusu olduğu için, bu �forum� formatı içinde doğrusu etik de olmazdı.

İşyerlerini kundaklama, makine iğnelerini kırma gibi son zamanlarda bazı işyerlerinde meydana gelen işçi tepkilerini �Ludist� hareketlerin habercisi olarak abartan Akkaya�nın görüşlerini �tarihsel materyalist bakış açısıyla en fazla örtüşen� olarak niteleyen Özatalay, Murat Çakır�ın bu olaylardan yola çıkarak enformel sektörlerde çalışan işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesinin, sendikal-siyasal mücadelesinin nasıl örülmesi gerektiğine dair dikkat çekici vurgusunu, kendisinin Ludist mücadele biçimiyle özdeşleştirmeye çalışmıştır. Bu da zorlama bir yorumdur; çünkü Çakır, her iki yazısında da �Ludizmi değerlendirirken proleteryanın ilkel bir tepki biçimi olarak görmek gerekir.� demektedir.

Özatalay yazısını, daha büyük bir gaf yaparak bitirmektedir: �Sonuç olarak, Luddizmin ilericiliği ve devrimciliği konusunda Akkaya, enformel sektör işçilerinin düzen dışına açık yanlarına işaret ederken ise hem Akkaya hem de Çakır doğru tutumu temsil etmektedir. Akalın'ın ise ne teorik kavrayışı ne de politik tutum alışı Marksizme aittir.� Bu ifadelerdeki gaf şudur : İlhan Akalın yazısında Komünist Parti Manifestosu�nun 1892 Lehçe baskısına önsöz yazan Engels�ten bir alıntı yaparak, işçi sınıfının siyasallaşma eğiliminin o ülkedeki sanayi proleteryasının büyümesi ve örgütlü güç haline gelmesiyle ilişkisine gönderme yapmıştır. Kısacası, işçi sınıfının siyasal programı, iktidarı alacak siyasal öncüsü � Komünist Partisi � olmaksızın, eylemlerinin de sonuç alıcı olamayacağına vurgu yapmıştır. Bu anlamda Yüksel Akkaya�nın �Ludizmi okumak� anlayışına nazire olmak üzere Komünist Parti Manifestosu�nu �yeniden okuma�nın gerekliliğini dile getirmiştir. Şimdi Marksizmin en temel yapıtını ölçü almaya dair bu vurgu, nasıl oluyor da �Marksizme ait� olmuyor? Sanıyorum, bu konuda bizi, Cem Özatalay�ın değil de İlhan Akalın aydınlatması gerekiyor...

Gelelim Ludizm ve bugünün sınıflar mücadelesinde neler yapılması gerektiğine dair konuya... Tekrara düşmemek için, bu konuda daha önce yazılanlara ek olarak şunu belirtmekte yarar görüyorum. �Makine kırıcılık� olarak adlandırılan hareketin prototiplerini 15. ve 16. yüzyıllarda görmekteyiz. Danzigli Anton Müller�in, Almanya�da icat edilen bir makinenin benzerini Venedik�te çalıştırmaya kalkması üzerine, işçilerin karşı çıkması sonucu Belediye Meclisi, makinenin kullanılmasını yasaklamış ve mucidini de gizlice öldürmüştü. Buna yakın bir örnek de Osmanlı�da Fatih döneminde hattatların 1462�de İstanbul�a getirilen matbaayı Müslümanların kullanmamaları için saraya hareket etmeleri üzerine matbaanın Müslümanlarca kullanılmasının yasaklanması olayıdır. Yine 1726-1727�de İngiltere�deki dokumacıların uyuşmazlık durumunda usta ve grev kırıcılarının evlerini yıkmak, yünlerini yağmalamak, dokuma tezgahlarındaki ipleri kesmek ve iş aletlerini parçalamak yoluna gittikleri biliniyor.

Bu eylemlerin evrilerek bir toplu pazarlık eyleminin örgütlü biçimine dönüştüğü kapitalizmin manifaktür dönemindeki en önemli işçi hareketi ise, 1790�lardan 1840�lara kadar 50 yılı aşkın süren Ludizmdir. Leicestershirelı bir kalfa olan Ned Ludd liderliğinde başladığı için �Luddculuk� diye de anılan bu hareketin öncesinde de �makine kırıcılığı� olduğu için, bu hareketin bütünü �makine kırıcılığı� değildir. Eylemlerindeki radikallik ve 10 saatlik çalışma yasası dahil somut kazanımlara damgasını vurmakla birlikte Ludizm, �proleterya� kavramını içerecek özellikler taşımıyordu. Lorenz von Stein, �Modern Fransa�da Sosyalizm ve Komünizm� adlı eserinde proleteryanın �mal ortaklığı� yaratarak çalışma koşullarını geliştirme peşinde koştuğunun altını çizmiştir ki, 1840�lardan itibaren yalnızca mülk edinme ve çalışma tarzıyla değil, devrimci zihniyetiyle toplumun öteki sınıflarından ayırt edilen bir sınıf haline geldiği görülmektedir işçi sınıfının. 1837�de İngiltere�de Londra Çalışanlar Derneği�nin People�s Charter (Halk Fermanı)�ı yayınlamasıyla doğan Chartizm, önceki işçi hareketlerinden farklı biçimde ilk kez bilinçli olarak bütün sınıfın birliğini hedeflemesiyle öne çıkmıştır. Böylece emekçi sınıfların önderliği, nihai olarak işçi sınıfına geçmiştir.

Aynı süreçte İngiltere, Fransa ve Almanya�da ortaya çıkan Horlananlar Birliği, Haklılar Birliği, Komünist Yazışma Komiteleri gibi işçi sınıfının örgütlenme deneyimlerinden beslenen Marks ve Engels�in, 1844�ten itibaren örgütlü faaliyetlerinin başlaması da tesadüf değildir. �Yazışma Komiteleri�nde etkin olan komünistler, gerek İngiltere�deki Chartistler arasında gerekse Haklılar Birliği içerisinde bilimsel sosyalizmin güçlenmesini sağladılar ve 1847�de Komünistler Birliği�nin kurulmasının önünü açtılar. İşte bu �Birlik�in içinden Marks�la Engels�in kaleme almış oldukları ve Şubat 1948�de yayınlanan �Komünist Manifesto� ortaya çıkmıştır. Bu metin, bugün de geçerli olan proleter devriminin ve proleterya enternasyonalizminin temel dayanağıdır.

Şimdi, daha önce yazılanlarla bağlantılı olarak, 18. yüzyılda zühur eden ve 19. yüzyılın başlarından itibaren İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde terziler başta olmak üzere zanaatkar ve dokuma işçilerinin göçler yoluyla kaynaşmalarıyla �enternasyonal� bir nitelik kazanan işçi hareketlerinin bir evresinde doğan Ludizmi, tarihsel materyalizmin hangi yöntemiyle değerlendirmek daha doğru olur? Radikallik, sonuç alıcılık bakımından kuşkusuz Ludizmden de yararlanılması gereken koşullar olabilir. Ancak bütünlüklü bir işçi sınıfı hareketinin, bugünün sürekli parçalanan işletmeler ve yeni sömürü biçimleri koşullarında, sınıfın siyasal örgütlülüğü yani Komünist Partisi�nin öncülüğü ele geçirmesi olmaksızın başarıya ulaşma şansı yoktur. Hele hele emperyalist-kapitalist sistemin insan ilişkilerini bu denli manipüle ettiği, örgütlü mücadele kültürünün ezildiği ve güvenlik kuvvetlerinin çok profesyonel hale getirilerek yaşamın her alanını terörize etmeye çalıştığı günümüzde, ülke çapında bir işçi sınıfının tüm parçaları arasındaki bağı kuran siyasallaşma olmaksızın kazanılmış hakların bile korunması mümkün görünmüyor. En son İzmit Seka�da, Telekom�da, Seydişehir�de, şimdilerde Erdemir ve Tüpraş�ta yaşananlar bunun somut göstergeleri değil mi?

Bu noktada altı çizilmesi gereken önemli hususlar şunlardır:

-Kamuda çalışan sendikalı işçiler, 200 binin altına inmiştir. Bugün Erdemir�de çalışan 15 bin işçinin büyük çoğunluğu taşeron firmaların işçileridir. Ücretleri daha yüksek olan çekirdek işçiler ile taşeron firmaların işçileri arasındaki çelişkiden yararlanan sermaye sınıfı, aynı zamanda sendikalı olmayı �ayrıcalıklı olmak� olarak da manipüle ederek buraların özelleştirilmesi için toplumda kafa karışıklığı yaratabilmektedir. Elbette böyle bir tablonun oluşumunda ücret sendikacılığından başka derdi olmayan sarı sendikacılığın büyük payı vardır. Aynı olaylar, daha önce özelleştirilen diğer kuruluşlarda yaşanmıştır ve mevcut sendikal yapı, konfederasyonlar, üyesi olan sendikalar arasında bile dayanışma eylemelerini örgütlememişlerdir. Bir bakıma �AB�ci çağdaş sendikalar� ülke kaynaklarının yağmalanmasında, işsizler ordusunun çoğalmasında �işbirlikçi� konuma bile düşmüşlerdir. Peki bunlar niye gerçekleşmiştir? Çünkü işçi sınıfının işyeri örgütlenmelerinden başlayarak sendikal hareketinde sınıf sendikacılığı yapan bir komünist hareket güçlenememiştir. Bunun nedenlerini burada tartışacak değiliz. Ancak, sınıf mücadelesi tarihseldir dolayısıyla bugünün koşullarında işini kaybetmekle, ülke kaynaklarının yağmalanması gerçeğiyle karşı karşıya gelen işçilerin, sınıfın siyasallaşması bakımından en uygun bir süreçten geçildiği görülmelidir. İşte biz onun için diyoruz ki, mevcut işçi sendikaları, kamu emekçileri sendikaları, toplu sözleşme-toplu görüşmelerin de işçi sınıfını ve emekçileri düzene yedeklemenin bir aracı olarak kullanıldığını görerek bu oyunu bozup ülkenin tüm işletmelerinde �eylemlilik zinciri� üzerinden siyasal taleplerle kendini ortaya koymalıdır. 28 Ağustos�ta İzmit�te yapılacak eylemler, bu zincirin ilk önemli halkası olabilir.

-Son yıllarda emperyalist ülkelerin planlama merkezlerinden yönlendirilen bizim gibi ülkelerin çökertilen tarımı nedeniyle kentlerde yoğunlaşan yeni kuşak işçilerin büyük çoğunluğu enformel sektörlerde sigortasız, sendikasız ve iş güvencesi olmaksızın çok kötü koşullarda çalışmaktadırlar. Bugün sınıf sendikacılığı anlayışıyla mücadele yürüten sendika aktivistleri, sınıfın siyasal örgütleri gözünü çok hızlı biçimde bu işçi ve emekçilere dikmeli, onların sermaye sınıfıyla giderek derinleşen çelişkilerini iktidar mücadelesine dönüştürmelidir.

-Geçmişten beri Türkiye�deki gerici-cemaatçi hareketlerin en çok beslendiği alan olan yoksul ve orta köylülük de ayrışmaktadır. Küçük köylülük, önemli oranda yoksullaşmış, ya tarım işçisi olmuş ya da kentlerin varoşlarını doldurmuştur. Tarım üretimini sürdürenlerin sendikalaşma eğilimleri, çok güçlü bir örgütlülüğe dönüşmemiştir. Yukarıda sözünü ettiğimiz kent yoksullarıyla bunlar arasındaki bağın da işçi sınıfının iktidar programı çerçevesinde kurulması, propaganda ve örgütlenme çalışmasına hız verilmesi gerekmektedir.
Anasayfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder