2010/05/07

*İnsanlığı kimler kurtaracak?

23 Ağustos 2007 - Müslüm Kabadayı

TTK Başkanı olacak kendini bilmez profesörlerden Halaçoğlu’nun Kayseri’de Dadaloğlu gibi Osmanlı’nın zorunlu iskanına kafa tutmuş, fermanını dinlememiş bir mücadele ozanı adına yapılan şenlik öncesindeki bir toplantıda yapmış olduğu şovenist konuşma, Türkiye’de haklı tepkilere ve ciddi tartışmalara yol açtı. Bu tür konular biraz farklı, insanlığın kültür tarihini irdeleyip ortak noktaları yakalamak bakımından beni teşvik etmişti. Halaçoğlu, birçok konu yanında “Kürt Alevilerin bazılarının tehcir sırasında Ermeni’den dönme olduklarını” ileri sürmüştü. Bunu açıklarken güttüğü siyasetin, hem Ermenileri aşağılama hem Kürtleri kendi aralarında bölme hem de Türkiye yurttaşları arasında yeni ayrımlar yaratma doğrultusunda olması, hiçbir biçimde tasvip edilemeyecek bir yaklaşımdır. Onun iddia ettiği gibi “bölünme”ye karşı “bütünleme” bu anlayışla sağlanamaz, tam tersine ırkçı anlayışlara ve emperyalistlerin Türkiye’ye daha derinlemesine nüfuz etmesine zemin hazırlar. 1915’lerde olduğu gibi…

"Dönmelik üzerine

Konu açılmışken bu “dönme” meselesine değinmek istiyorum. Aklım erdiğimden itibaren başta annem ve babam olmak üzere yakınlarımla kendi geçmişimize dair konuşurdum. Annemin “Oğlum, bizimkiler kılıçtan dönme!” derdi. Bunu daha çok Türklerin Müslümanlaştırılmasının “kılıç zoru”na dayandığını anlatmak için söylerdi. Zübeyde’yle tanışıp evlendiğimizden bu yana Divriği Türk Alevileriyle ilgili gözlemlerim, küçük çapta yaptığım araştırmalardan edindiğim kanıya göre, inanç ritüelleri dışında her şeyimiz benziyor. Söz dağarcığımız ortak, tarım kültürümüz çok benziyor, birtakım adetlerimiz aynı. Son yıllarda artan tarikatçılık öncesinde, bizim çocukluğumuzda tanık olduğumuz Yayladağı’na bağlı Kışlak’taki düğün dernek, yaylacılık, hayvancılık, halk hekimliği, Şamanist ritüeller vd. birçok şey Divriği’ye bağlı Ödek’te de var. Ödek’tekiler Şaman kültürünü “Alevilik” çerçevesinde sürdürürken, bizimkilerde “saz-cem” kültürü olmamış. Bu da çok eskiden vardı da sonradan mı bırakıldı, bilemiyorum. Yalnız, köyümüzden bugüne kadar herhangi bir aşığın çıkmamış olması (yaklaşık 400 yıllık bir tarih) böyle bir geleneğin olmadığını gösteriyor.

Demek ki, bizimkilerin göç serüvenleri, ozanlık geleneğinin yok edilebildiği bir yol izlemiş. Yalnız şunu belirtmek gerek ki, annemden biliyorum, köylümüz türkü, mani, eğlence kültürü bakımından müzikle oldukça ilgilidir. Tek sorun, daha çok kadınların kullandığı darbuka (dümbelek) dışında bir enstrüman çalınmamasıdır.

Şimdi “dönme” sorununa felsefi yaklaşmak gerekirse, “dönme”liğin, insanların yaşama istencinin, varlığını sürdürme güdüsünün tezahüründen başka bir şey olmadığını görüyoruz. “Dönme” olup önceki inancını gizli sürdürenler, tümüyle asimile olup “döndüren toplum”a karışanlar, bunların hepsini, varlığını sürdürme-yaşama bağlılık çerçevesine aldıktan sonra, ikinci konuya geçiş yapabiliriz. “Dönme” olgusunu ortaya çıkaran jenosid, katliam, tehcir, tehdit vd. uygulamaların hepsi, “dönenler” arasında mutlaka bir karşı-tepkiye yol açar. Özellikle “çekirdek örgüt” yanı bulunan topluluklara uygulanan baskılar sonucunda gündeme gelen “dönme”, gizlilik temelinde inanç, etnik doku veya idealleri var etme güdüsünü, bilincini perçinler. Yahudi dönmelerinde bunun çok açık örnekleri görülür. Şimdi Halaçoğlu’nun açıklaması, “dönme” olgusunu yaratan kavim, toplum veya ulusun, hatta siyasetin, bu uygulamaya yol açan kültür dokusunu sorgulamayı gündeme getirmelidir. Gerek emperyalist, gerekse şovenist eğilimlerin nasıl ortaya çıktığı sorgulanmalıdır. Bu açıdan baktığımızda yeryüzünde tarihsel açıdan bu eğilimlerin dışında kalmış, barış kültürüyle yoğrulmuş örneklerin güncellenmesi, böylece “ebedi barış”a yönelik siyasetlerin güçlendirilmesi hedeflenmelidir. Yoksa şimdi kimi çevrelerin yaptığı gibi “Halaçoğlu fenomeni”ne aynı amaca hizmet eden Alevicilik, Kürtçülük fenomenleri eklenir ki, “ebedi barış” siyasetimize balta vuran ırkçılığı, milliyetçiliği, mezhepçiliği yeniden yeniden üretmiş oluruz.

Hasan Önerler oldukça insanlık yaşayacak

Burada çarpıcı bir örnek oluşturduğu ve sömürücü, ayrımcı, baskıcı siyasete karşı alternatif damarı gösterdiği için, 1970’li yılların önemli demokratik kitle örgütlerinden POL-DER’in Genel Başkanlığını yapmış Sıtkı Öner’den öğrendiğim bir olayı aktarmak istiyorum.

Osmanlı’nın son döneminde doğan Sıtkı Bey’in babası Hasan Öner, o zaman Haçin’e bağlı Şar nahiyesindeki ilkokulda öğrenim görmüş. (Hasan Öner’in ailesi, Koçgiri aşireti olarak bilinen Kürt Alevilerinden olup 1915’te Toroslar’daki Kayapınar köyüne yerleşmiş.) Dolayısıyla o yörede modern eğitim-öğretim yapan bu okula Kayapınar köyünden gidip gelmek zor olduğu için, orada oturan ve Öner ailesiyle yakın dostluk kuran Ermeni kökenli bir öğretmenin evinde kalmış. İlkokulu orada tamamladıktan sonra Kayseri Pınarbaşı’ndaki Rüştiyeyi de bitiren Hasan Bey, evin en büyük çocuğu olarak araziye dönmek zorunda kalmış. Gün gelmiş atıyla avlanmak için ormanda dolaşırken birkaç kadının bir çocuğu hırpaladıklarını görmüş. Neden çocuğa vurduklarını sorduğunda “O Ermeni dölü Hasan Ağa” demişler kadınlar. Hemen çocuğu onların elinden alarak kimin oğlu olduğunu sormuş. Çocuğun, ilkokulu okurken yanlarında kaldığı Ermeni öğretmenin evladı olduğunu öğrenince de onu, atına atıp evine getirmiş. Onu aileden biri olarak görüp büyütmüş ve birçok badirelerden sonra kardeşi olarak nüfusa Dursun Öner adıyla geçirmiş.

“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olmak” misali, öğretmeninin emeğine duyduğu derin saygı ve insan sevgisi Hasan Öner’in eşitlikçi bilinciyle yoğrularak Dursun Öner’in her zorluğu yenmesine katkıda bulunmuş. Bu sıkıntılardan biri şöyle atlatılmış. Evlenme çağına gelen Dursun Öner, bir gün köyden Vahide adlı bir kıza aşık olmuş. Kızın babası, “Ben Ermeni çocuğuna kızımı vermem.” demiş. Bu söze çok bozulan Dursun Öner, evden bıçağı alıp giderken Hasan Bey’le karşılaşmış. Onu yatıştıran Hasan Bey, Vahide’yle evlenmelerini sağlamış.

Hasan Bey’in eşitlikçi anlayışı, Dursun Öner evlenince ona kendi mülkiyetindeki malın yarısını vermekle somutlanmış. Dursun ve Vahide Öner çifti çoluk çocuğa karışıp çevrede sevilen bir aile olmuşlar.

Sarız’a bağlı Ördekli köyünde tehcir sırasında ortada kalan Ermeni kızlarından biri oradakilerle evlenir, çoluk çocuğa karışır Dursun Öner gibi. 1960’lı yıllarda bir vesileyle Lübnan’a göçen yakınlarını görmeye giderler. Ermenilerle konuşurken Dursun Öner’in hikayesini anlatan bu kadından, Beyrut’ta komiserlik yapan Mizak Bozdikyan bilgi alır ve teyzesinin oğlu olan Dursun Öner’i görmek üzere Türkiye’ye iki kez gelir. Sofralar kurulur, özlem giderilir, ortalık şenlenir ve sözü alan Mizak Bozdikyan şöyle der: “Hasan Bey, dünyada senin gibi insanlar var oldukça insanlık yaşayacak.”

Bu öyküyü Sıtkı Öner’den dinleyince hemen aklıma Halalı Bayram dedemin aynı olaylarda bizim dağlara sığınmış olan Kesaplı (Şimdi Suriye’nin Yayladağı sınırındaki bir kasabası) bir kadının “Gerbom” diye ağıt yaktığını duyup onu evine alarak koruyup kollaması geldi. Öyküsünü yazıp yayımladığım buna benzer binlerce olay yaşanmıştır bu topraklarda. Dolayısıyla bu büyük acıları dindiren Kürt Alevi kökenli Hasan Öner ve Türk Sünni Halalı Bayram gibi insanların çoğaldığı bir Türkiye, bir Dünya oluşturmak tek insani ve doğru çözüm yolumuz.
Anasayfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder